Hani herkesin bitmek bilmediği için yaka silktiği askerlik anıları vardır ya, ben askerlik anısı dinlemeye bayılırım.
Bunun ilk nedeni bilmediğim bir dünyanın işleyişi hakkındaki ayrıntılar hoşuma gidiyor.
Diğer ve belki de esas nedeni ise babam hiç askerlik anısı anlatmaz. Askerliğini harekâtın hemen ardından o karışıklığın içinde Kıbrıs'ta yapmış. Çok sıkıntılı zamanlar geçirdiği için anlatarak tekrar yaşamak istemiyor. Böylece bende askerlik anılarına karşı bir antipati oluşmadı.
Erkeklerdeki bu askerlik anılarına karşılık kadınlarda doğum anıları var. Ve işte ben bu durum karşısında tek kelime ile fikrimi beyan etmek istiyorum:
İmdaaaatttt!
Yeğenimin doğumu vesilesiyle yüksek dozda maruz kaldığım bu anılar sayesinde hayattan soğudum. Şimdi aranızdan doğum yapmış olanlar bana kızabilir elbette ama buradan sonrasını biraz objektif bir bakış açısı ile okumanızı temenni ediyorum.
Bu doğum hikâyelerinden yaptığım gözlemleri size anlatayım:
Bir defa her kadın doğum hikâyesini survivordan çıkmışçasına anlatıyor. Süsüyor, büyütüyor, sanırsınız Hazret-i Havva’dan beri insanlar doğurarak değil, amip gibi bölünerek çoğalıyor da ilk kez doğum yapan kendisiymiş gibi bir his geçiriyor size.
Yine her kadının doğumu çok çok zor geçiyor. İlla ki hepsi ölümden döndüğüne dair hikâyeler anlatıyor. Herkesin doğumu çok zorlu ve hepsine doktor seni ve bebeği zor kurtardık, bir dakika ile hayattasınız falan demiş oluyor. Artık Türkiye’deki jinekologların yeteneğinin sınırlarını siz düşünün.
Doğurdukları çocukların kilosunu yarıştıranlar var. Normal doğum yapanlar sezaryen yapanlara caka satıyor.
Sütü gelenler, sütü taşanlar, sütü yarayanlar, sütü sulu olanlar, sütü yağlı olanlar...
Ah birde devlet hastanesinde doğum yapan bir sınıf var ki onların anılarına hiç değinmek istemiyorum. Çok berbat, hatta korku filmi gibi etraf kan revan.
Bu hikâyelerden çıkardığım ders doğum dehşet bir şey. Hatta doğumhanelerde kadınların odalarında pencere olmadığını, bunun sebebinin doğum sancısı esnasındaki acının ve sonrasındaki lohusalık sendromunun insanı intihara sürükleyebileceğinden dolayı tedbir amaçlı olduğunu söylediler.
Sonuç: Terapiye ihtiyacım var.
Senin tuzun kuru sen ne anlarsın doğumdan diyebilirsiniz. Zaten bende doğum yaptıktan sonra size surivor gibi maceralarımdan bahsetmeyeceğime dair garanti veremiyorum.
Not: Tabii ben evlenip doğum yapana kadar fotoğraftaki teyze kıvamına gelirim kesin. :)
Not 2: Bir aydır Ankara'dayım. İki gün önce Kıbrıs'a dönmüş olmam gerekiyordu ama Instagram'da anlattığım sebeplerden dolayı kalınca, bloguma geri döneyim dedim. Soranlara selamlar, sevgiler...
Bunun ilk nedeni bilmediğim bir dünyanın işleyişi hakkındaki ayrıntılar hoşuma gidiyor.
Diğer ve belki de esas nedeni ise babam hiç askerlik anısı anlatmaz. Askerliğini harekâtın hemen ardından o karışıklığın içinde Kıbrıs'ta yapmış. Çok sıkıntılı zamanlar geçirdiği için anlatarak tekrar yaşamak istemiyor. Böylece bende askerlik anılarına karşı bir antipati oluşmadı.
Erkeklerdeki bu askerlik anılarına karşılık kadınlarda doğum anıları var. Ve işte ben bu durum karşısında tek kelime ile fikrimi beyan etmek istiyorum:
İmdaaaatttt!
Yeğenimin doğumu vesilesiyle yüksek dozda maruz kaldığım bu anılar sayesinde hayattan soğudum. Şimdi aranızdan doğum yapmış olanlar bana kızabilir elbette ama buradan sonrasını biraz objektif bir bakış açısı ile okumanızı temenni ediyorum.
Bu doğum hikâyelerinden yaptığım gözlemleri size anlatayım:
Bir defa her kadın doğum hikâyesini survivordan çıkmışçasına anlatıyor. Süsüyor, büyütüyor, sanırsınız Hazret-i Havva’dan beri insanlar doğurarak değil, amip gibi bölünerek çoğalıyor da ilk kez doğum yapan kendisiymiş gibi bir his geçiriyor size.
Yine her kadının doğumu çok çok zor geçiyor. İlla ki hepsi ölümden döndüğüne dair hikâyeler anlatıyor. Herkesin doğumu çok zorlu ve hepsine doktor seni ve bebeği zor kurtardık, bir dakika ile hayattasınız falan demiş oluyor. Artık Türkiye’deki jinekologların yeteneğinin sınırlarını siz düşünün.
Doğurdukları çocukların kilosunu yarıştıranlar var. Normal doğum yapanlar sezaryen yapanlara caka satıyor.
Sütü gelenler, sütü taşanlar, sütü yarayanlar, sütü sulu olanlar, sütü yağlı olanlar...
Ah birde devlet hastanesinde doğum yapan bir sınıf var ki onların anılarına hiç değinmek istemiyorum. Çok berbat, hatta korku filmi gibi etraf kan revan.
Bu hikâyelerden çıkardığım ders doğum dehşet bir şey. Hatta doğumhanelerde kadınların odalarında pencere olmadığını, bunun sebebinin doğum sancısı esnasındaki acının ve sonrasındaki lohusalık sendromunun insanı intihara sürükleyebileceğinden dolayı tedbir amaçlı olduğunu söylediler.
Sonuç: Terapiye ihtiyacım var.
Senin tuzun kuru sen ne anlarsın doğumdan diyebilirsiniz. Zaten bende doğum yaptıktan sonra size surivor gibi maceralarımdan bahsetmeyeceğime dair garanti veremiyorum.
Not: Tabii ben evlenip doğum yapana kadar fotoğraftaki teyze kıvamına gelirim kesin. :)
Not 2: Bir aydır Ankara'dayım. İki gün önce Kıbrıs'a dönmüş olmam gerekiyordu ama Instagram'da anlattığım sebeplerden dolayı kalınca, bloguma geri döneyim dedim. Soranlara selamlar, sevgiler...
Bana ulaşabileceğiniz diğer sosyal medya hesaplarım
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder